Maltepe.Com’un bu haftaki konuğu, bol ödüllü yönetmen Neslihan Kültür
Yeni Türk Sinemasının başlangıcını “Eşkıyadan” ziyade, “Tabutta Röveşata” olarak görüyorum. Belki arkadaşlarım ya da akademisyenler beni eleştirebilirler ama ben böyle düşünüyorum. Asıl, realisttik, ve o gerçek hikâyenin, gerçek karakterlerin hayat ve vücut bulması dediğimiz sinema kültürü bizde “Tabutta Röveşata” ile başladı. Biz üniversite olarak her yıl yüzlerce sinema televizyon ve iletişim mezunu veriyoruz. Haliyle sektörde alaylı olarak çalışanların, yerlerini mezun olmuş öğrencilere bırakmasını istiyorum.
Maltepe.Com’un bu
haftaki konuğu Maltepe Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü Öğretim Görevlisi
ve bol ödüllü bir yönetmen. “Bir gün bende öleceğim, Durak ve Tavan Arası”
filmleriyle başarısını taçlandıran Neslihan Kültür, ilk sinema filmini çekmeye hazırlanıyor.
Aynı zamanda dijital platformda sitkom projesi içinde düğmeye basan başarılı
yönetmen, geçmişten günümüze Türk sinemasını,
yeni düzende sinemanın yerini ve projelerini anlattı.
Geçmişten günümüze Türkiye’de sinema ve sinema kültürünü nasıl okuyorsunuz?
Merhaba, öncelikle çok teşekkür ediyorum. Beni buraya davet ettiğiniz için. Yeşilçam kültüründen “tırnak içinde” yeni Türk sineması dediğimiz bir kültüre geçtik. Hala hem akademik hem sinema sektörü olarak çok tanımlanamamış bir şey yeni Türk sineması dediğimiz şey.
Yeni Türk sinemasının başlangıcını “Eşkıya’dan” ziyade, “Tabutta Rövaşata” olarak görüyorum. Belki arkadaşlarım ya da akademisyenler beni eleştirebilirler ama ben böyle düşünüyorum. Asıl, realistik, o gerçek hikâyenin, gerçek karakterlerin hayat ve vücut bulması dediğimiz şey bizde “Tabutta Rövaşata” ile başladı.
Mazlum’ diye bir karakter hayatımıza girdi ve bir tuvalet
bekçisi karakteriyle bize bizim kim olduğumuzu hatırlattı. Tavus kuşuyla
başlayan hikaye akıllarımızdan çıkmaz. Derviş Zaim çok güzel özetlemiş; aslında
‘Mazlum araba çalmaz, araba da uyur’ demiş. Bu hikayede sadece rahat bir gece
yaşamak adına, insanların hayatından çalmadan, kendini bir gece yaşatmak için
var olan bir karakter.
Tabi bu arada “Eşkıya” da çok güzel bir film, hayatımıza
gerçekten bir yumruk etkisi yaratarak girmiş bir film. Ama bundan öncelerimizde
var tabi ki Türk sinemasında. Bana kalsa Yılmaz Güney’in filmlerini de Yeni
Türk Sinemasında kabul ederim. Çünkü gerçekten hayatımıza dokunan realistik
filmlerdi. Aslında eskiden yeniye Türk sineması dediğinizde ben tek bir şeyden
dem vuramam bu herkese haksızlık olur. Bence yeni Türk sineması dediğimizde; Yılmaz
Güney filmlerinden başlayarak Tabutta Rövaşata ile devam eden ve Eşkıya ile
sonlanan dönemler yeni Türk sinemasının başlangıcı diyebiliriz.
Pandemi sonrası yenidünya
düzenin de sinemayı nerede görüyorsunuz?
Pandemi süreciyle ilgili dijital dünyada ve sinemada birçok
değişiklik yaşandı. 2019 ve 2020’nin sinemaları salgın nedeniyle yok sayıldı. Bu
anlamda yönetmenler çok talihsiz bir durum yaşamış oldular. Haliyle artık her
şey dijital platforma döndü. Birçok film ve proje bu geçiş sürecini doğru bir
şekilde yaşayamadı.
İnsanlar artık Zoom gibi canlı bağlantı linklerinden
ödül alarak, projelerini dijital platformlarda gösteriyor ve var olmaya
çalışıyorlar. Sektörümüz yüz yüze gelinmesi, konuşulması, tartışılması gereken
bir alan. Normalde festivallere katılarak filmlerimizi gösterirdik. İzleyici
izler ve merak ettiklerini sorardı, bizler cevap verirdik. Yeni yerler, yeni
festivaller ve yeni insanlar tanıma fırsatı bulurduk. Bu durum bizim ciddi bir
PR ortamı oluşturuyordu. Şu anda bunları yaşamak mümkün değil ve herkes çok
üzgün bu durumdan dolayı. Sinema kokusunu, tozunu, festival havasını solumak
çok başka bir şey.
Ülkemizde dizi
sektörünün geldiği nokta sizi rahatsız ediyor mu? Ya da normal mi buluyorsunuz?
Dizi sektörünün geldiği noktayı artık güzel buluyorum. Bunu
eleştirel bulun ya da bulmayın, çünkü normalde bizim TV dediğimiz şeyi merasimle
toprağa gömmek gerekiyor. 120, 180 dakikalık işlerden bahsediyoruz. Bunlar
artık bizim bir üst kuşağımızda kaldı. Annelerimiz, babalarımız, dedelerimiz
izledi. Dolayısıyla yeni oluşan platformu seviyor muyum? Evet, seviyorum. Çünkü
20 dakikalık, 15 dakikalık çıtır diziler yapılıyor. İlk başlarda bende
Netflix’e direnmiştim. Ama sonrasında göndermeleri olan, derdi olan ciddi
anlamda bir şey yapmaya çalıştıklarını anladım. Artık kör kız adama âşık
olmuyor, ya da iki kız kardeş bir adamı paylaşamıyor, bütün bunlar artık geride
kalıyor. Bu anlamda çok olumlu buluyorum. Yeni geldiğimiz sistemde dijital
platformlardan mutluyum. Ülkemizde Netflix’e alternatif olarak Exxen dijital
içerik platformu oluşturuldu. Acun’un kurduğu platformla Netflix’in muadili doğuyor
şu anda. Bu platformu da ülkem adına yerli malı olduğu için doğru buluyor ve
destekliyorum. Sektörümüz bu mecradan da önemli ölçüde faydalanacaktır.
Dünya da hayat durdu ama gördüğümüz kadarıyla siz durmuyorsunuz. Sinema filmi projenizden bahseder misiniz?
Adana Burması isimli bir film çekiyorum. Ersoy Güler ve
Murat Saraçoğlu filmi için çok ciddi destek verdiler. İkisi de dizi yönetmeni,
bu işin çekirdeğinden en üst noktasına kadar gelmiş insanlar. Çevremden çok
eleştiri aldım filmimle ilgili. Arthouse bir film çekeceğim için dizi film
yönetmenleriyle çalışıyor olmama ne alaka dediler. Çok alaka diyorum bende. Bu
yönetmenler çok değerli ve sektöre yıllarını vermiş, bir ıslıkla ekip kuran
kişiler. Aynı zamanda işlerinde samimi ve çok yetkin kişiler. Zaten sürecimiz
de çok güzel ilerliyor. Filmimizin her şeyi hazır. Teaser çekimlerini bitirdik.
Ana çekimler için gün sayıyoruz. Nisan gibi kayıt demeyi düşünüyoruz.
Oyuncularımız da her biri birer isim ve projeye inandıkları için çalışıyorlar.
Bu benim için çok önemli bir detay. Film hakkında konuşacak olursak; benim bir
otobiyografim diyebiliriz. Çocukluğumda çokça şahit olduğum bir durum
büyüklerin hırsları ve çatışma dünyalarının çocuk dünyasına nasıl yansıdığını
anlatıyor. Küçük bir kız çocuğunun, akrabasının düğününde gelinlik giyme
isteğiyle başlıyor. Sonrasında o
gelinlik kız çocuğu için bir metafora dönüşüyor. Gelin görümce ilişkilerinin
çocuğun dünyasında ne kadar başka yansıdığını anlatan bir film olacak. Maalesef,
hırs, ihtiras ve kötü dünya taşraya da bulaştı. Orada da insanların bir tabak yemek
mücadelesi başladı. Film tamamen bunu eleştiriyor.
Dijital platform için
sitcom projesi hazırlıyorsunuz. Kısaca bundan da bahseder misiniz?
“Çok İyi Günler” isimli sitcom dizisinin senaristliğini ve
yönetmenliğini yapıyorum. Ciddi göndermeleri ve farklı bir mizah tarzı olan bir
proje hayata geçiyor. Artık ülkemiz bu
tür işleri seviyor. Eskiden böylesine göndermeleri olan işleri yapmaktan
çekinirdik. Şimdi o dönemler geride kaldı. Dijital platformlar sayesinde
kendimizi daha iyi yansıtıyoruz. “Çok İyi Günler” projesiyle de yakında
sizlerle birlikte olacağız.
Son olarak gençlere
neler söylemek istersiniz?
Ben yine öğrencilerimin üzerinden bir şeyler söylemek
istiyorum. Uzun ve çetrefilli bir yola girdiler. Lütfen pes etmesinler,
mücadele etsinler ve savaşsınlar. Vale olmasınlar ya da sırf sigortam yatsın
diye herhangi bir işe girmesinler. Biliyorum çok zorlu bir hayatın içindeyiz.
Ben de bu süreçlerden mücadele vererek geçtim ve bugünlere geldim. Onlardan da
bunu yapmalarını istiyorum. Biz üniversite olarak her yıl yüzlerce sinema
televizyon ve iletişim mezunu veriyoruz. Haliyle sektörde alaylı çalışanların
yerlerini mezun olmuş öğrencilere bırakmasını istiyorum. Benim sektörümde
alaylı kalmasın istiyorum. Gerçekten bu işin eğitimini almış kişilerin sektörün
içinde var olmasını istiyorum. Berber çırağı gibi sektöre girerek çalışanları
artık emekli etmeliyiz.